yuce sevgim
  olum daglari bekler
 

 
 

ÖLÜM DAĞLARI BEKLER

Namlu astsubay; günlerdir uyuyamıyordu. 3'ncü Komando Bölüğünün bölük başçavuşuydu� Geceleri bir türlü gözünü uyku tutmuyordu. Evinin balkonuna çıkıyor, gecenin karanlığına dalıyor, belli belirsiz ufku kaplayan şehrin hakimindeki dağa, gözlerini perçinliyordu�

* * *

Dağda bir Mehmetçik : Komando� Köylü çocuğu� Yüreğinde köyde yolunu gözleyen yavuklusunun sevdası, soğuğun, ayazın farkında bile değil cayır cayır yanıyor. Diline pelesenk ettiği bir türküyü mırıldanıyor:

"Dağlar seni delik delik delerim�"

Birkaç adım ötesinde başka bir komando; Onur çavuş� İstanbullu� Yani şehir çocuğu� Lise mezunu� İsmiyle müsemma; onurlu mu onurlu� O da diline ; "ben asvalt ozanıyım" diyen rahmetli Barış Manço'nun bir şarkısını dolamış mırıldanıyordu:

"Dağlar dağlar kurban olam yol ver geçem
Sevdiğimi son bir olsun yakından görem�"

Bir de tim komutanı üsteğmen Erdal Kurtoğlu. Trabzon Beşikdüzü�nden� Tam bir vatansever, tepeden tırnağa asker� Onun da içinde bir marş vardı�

�Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahvadıyız
Tufanları gösteren tarihlerin yadıyız
Kanla, irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti,
Cehennemler kudursa, ölmez nigahbanıyız�

Yaşa Varol Harbiye, yıkılmaz satvetinle
Göklerden gelen bir ses, sana ne diyor dinle..
Türk vatanı üstünde sönmez güneşsin sen
Tarihlere sorun ki, bize �Ölmez Türk� derler�


* * *

Nede güzel yakışırdı bu sözler onun diline� �Bize ölmez Türk derler� derken öyle bir inançla söylerdi ki� Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi�

Namlu astsubayın boğazına bir şey düğümlendi, yüreği kabardı, göğsü bir körük gibi kalktı ve indi, ağlamaklı oldu ama ağlamadı. Çünkü o bir askerdi, ağlayamazdı. Öyle öğrenmişti, öyle öğretmişlerdi�

Namlu astsubay evinin balkonunda, gecenin karanlığında, gözleri, belli belirsiz ufku kaplayan şehrin hakimindeki dağda, öylece durup günün aydınlanmasını bekledi�

Kışlaya çıkan serviste hiç konuşmadı. Kışlada binaya girerken kendini karışlayan asker bir şeyler söyledi, duymadı. Sadece selamına karşılık verdi o kadar�
Sessizce bölük yazıhanesine girdi, kapıyı kapattı. Günlerdir yapması gereken bir iş vardı ama eli bir türlü varmamıştı�

Geldi camlı dolabın önünde durdu� Dolabın kilidini açtı� Künye defterini aldı� Masasına geçti, dosyayı masanın üzerine bıraktı. Koltuğuna oturdu. Künye defterinin sayfalarını teker teker çevirdi ve nihayet sayfanın birinde durdu. Sayfanın baş tarafında şunlar yazıyordu:

"Erdal Kurtoğlu, Piyade Üsteğmen, 3'ncü Komando Bölüğü, Takım Komutanı�"
Namlu başçavuş yine durdu bakışları dalgınlaştı�

* * *

Erdal Kurtoğlu� Nam-ı diğeri Martı� Böyle söylerdi yakın arkadaşları ona� Kendi üstüne top ateşi isteyen vatan parçasıydı o� İlk büyük Kuzey Irak harekâtında, taburun emniyeti adına çıktığı tepede teröristler timinin içine sızmışlardı. Onların imhası için, bir kararı vardı. Bu, devre arkadaşı topçu subayına yapılan bir ateş isteğiydi.

- Hedef benim, demişti. Bana at�

- Sana nasıl atarım? sorusuna bir cevabı olacaktı.

- At diyorum sana� Biz burada ne için varız�

Kurtoğlu�nun bu kararlı
ve inançlı
ve imanlı
ve kahramanca
ve erce
ve karadenizin hırçın dalgaları gibi
ve Karadeniz kıyılarında uçuşan bir martının haykırışı gibi söylediği sözler duyanların kanını dondurmuştu.

Devre arkadaşı bu ateş isteğinin gereğini yapmak zorundaydı. Atacaktı, attıracaktı. Ama yüreği ağlıyordu� Kan ağlıyor, kahrediyor, küfrediyordu.

- Doldur�

- Hazıırr�

- Ateşşş�

Ve gümledi yedibuçuk onsekizlik dağ topu� Göğü yardı mermiler� Gök gürledi� Yer sarsıldı� O an aklın durduğu, iflas ettiği, hiçbir işe yaramadığı bir andı� Çarpan yüreklerin sesi top seslerini bastırıyordu� Mermiler ıslıklar çalıp, vardılar timin üstüne� Ateşten dalaşın üstüne, ateşten şarapnelden tuz biber ektiler.
Karıştı, kızıştı, kıyıştı ortalık bir dem daha�

İşte Kurtoğlu üsteğmen, bu ateşin içinde, bu ateşin daladığı teröristlere bu anda daldı� Vurdu timinin mızrabıyla, patlamaların neden olduğu teröristlerdeki korku dalgasının üstüne bir kez daha� �Allah, Allah Arslanlarım� Allah Allah�� diyerek fırladı bölücünün, hainin üstüne� Böyle çıktılar ateşin içinden ve böyle atıldılar ateşin ve bölücülüğün üstüne; yarıp çıktılar�

Sonra geri dönüp, tekrar daladılar� Tekrar� Tekrar� Çakallar darmadağın olmuştu� Onun adı Karadeniz kıyılarında martı dağlarda Kurtoğluydu�
Ve hâlâ o dağlarda Kurtoğlunun;

- Hedef benim� Diyen sesi yankılanıyordu�

* * *

Kuzey Irak�ın dağlarından yankılana yankılana gelip Namlu Astsubayın odasına ulaştı Üsteğmen Kurtoğlu�nun sesi:

- Hedef benim� Hedef benim�

Bir ürperti sardı bütün vücudunu� Tüyleri diken diken oldu� Kurtoğlu sanki hemen yanı başında haykırıyordu. Gayr-i ihtiyari etrafına bakındı. Gözleriyle onu aradı bir an. Sonra hayıflandı kendi kendine.

- Hey kendine gel, diye söylendi� Ne işi var onun burada� O dağlarda� Kılıçtepe�de o�

* * *

Kurtoğlu Üsteğmen timinin en ucunda. Bir yanlış olsun istemiyor. Kılıçtepe'nin tehlikeli; hem de ne denli tehlikeli olduğunu, çok iyi biliyor. Çalılıkların, meşelerin arasında, yavaş yavaş, sessiz sessiz ilerliyor.

Tim komutanı en önde yürür mü, diye sormayın sakın; yürümez elbet� O da bunu biliyor� O da bunu biliyor ammaaa� O'nun dağda, dağdan öğrendiği çok daha önemli bir şey vardı: "komutan olmak, komutan gibi komutanlık yapmak için" öyle anlar vardır ki gerekirse askerinin en önünde yürümek gerekir� Üsteğmen Kurtoğlu da komutan gibi komutanlık yapıyor ve timinin en uç noktasında yürüyor�

Karanlık bir namlu,
geceden bile karanlık
zifiri karanlık
zift gibi ve hain
ve kalleş
ve namerd
ve satılmış
bir namlu�

Bir ateş parlıyor namlunun ucunda� Parlayan ateşle birlikte İsrafil surunu üflüyor, kıyamet kopuyor� Üsteğmen Kurtoğlu'nun kıyameti� Kılıçtepe�de her şey karışıyor, kızışıyor, kıyışıyor� Hallaç pamuğu gibi savruluyor her şey� Üçüncü komando bölüğü tİm komutanı Üsteğmen Erdal Kurtoğlu kendi kıyametini yaşıyor� Şehit zırhına bürünmüş; yürüyen dağların, kabaran okyanusların, kaynayan denizlerin, tersten doğup tersten batan güneşin ve ayın, kendi içine çöken yıldızların, rengi değişen semanın dehşet salışındaki kıyametini yaşıyor Üsteğmen Kurtoğlu�

Ve derin bir uyku karanlığında
ve gecenin hüznünde
ve zamanın donukluğunda
ve şehadetin aydınlığında bir dağ
arşa doğru devriliyor�
üsteğmen kurtoğlu sadece
vatanı uğruna ölmüyor
o aynı zamanda
vatanın bizatihi kendisi oluyor�

* * *

Namlu başçavuş kapının çalınmasıyla derin bir uykudan uyanır gibi sıçrayarak kendine geldi� Yazıcı içeri girip selam verdi ve elindeki dosyayı masanın üzerine bırakıp çıktı� Bırakılan dosyalara bakmadı bile. Namlu Başçavuş�un aklı üsteğmen Kurtoğlu�ndaydı�

* * *

Onun adı Erdal Kurtoğlu�ydu� Nam-ı diğeri martı�

Yedi nişanı vardı vücudunda Kurtoğlu�nun� Bu nişanlar herkese takılmazdı. Mermiden di, şarapneldendi bu nişanlar. Bir mermi de göğsündeki telsizden çıkmıştı.

Memleketindeydi şimdi Kurtoğlu. Beşikdüzünde� Ebedi istirahatgâhına defnedilirken bir martı geldi gökyüzünün derinliklerinden ve mübarek naşının üzerinde yedi tur attı. Sonra bir direğin üzerine kondu. Kur�an dinleyen diğer insanlar gibi öylece durdu.

Sonra hoca talkın vermeye başlayınca yine diğer insanlar gibi konduğu yerden havalandı ve geldiği gibi gökyüzünün derinliklerinde kayboldu gitti.

Onun adı Erdal Kurtoğluydu� Nam-ı diğeri martı� Dağda kurttu, Karadeniz kıyılarında martı� Ama her şeyden önce o, anasının kuzusuydu� Kuzudan bir tim komutanı� Şehit bir tim komutanı� Ve masum bir kınalı kuzuydu�

Şimdi Kurtoğlunun anası onun başı yerine mezar taşını okşamaktaydı�

* * *

Namlu Astsubay çekmecesini açtı, bir cetvel çıkardı. Cetveli önünde açık duran künye defterinin üzerine çapraz bir şekilde koydu ve kırmızı bir kalemle iki kenarından birer çizgi çekti. Birbirine paralel iki çizginin ortasına kocaman büyük harflerle : "Şehit" yazdı�

Namlu başçavuş defteri kapadı, geriye doğru yaslandı. Biraz rahatlamıştı. Derin bir soluk aldı ve yeni gelen dosyalara doğru uzandı� Dosyaya baktı; bölüğe yeni bir "kurtoğlu" atanmıştı� Ve bu yeni Kurtoğlu�nun adı : ABDULLAH AĞAR�dı�





 

 
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol