yuce sevgim
  kisadan hisseler
 



 
 
                               
                               
                             
Örümcek Ağı
                               
                               
                             

Bir gün, dünya hayatında hep kötülük işleyen bir adamı cehennem kapısında bir melek karşılar. Melek adama şöyle seslenir: "Hayatta iken tek bir gün bile birisine iyilik yaptı isen buraya girmeyeceksin." Günahkâr adam uzun süre düşündükten sonra, bir keresinde ormanda gördüğü örümceği hatırlar. Balta girmemiş ormanda yürürken önüne bir örümcek ağı çıkmıştır. Adam ağı bozmamak ve örümceği ezmemek için o gün yolunu değiştirmiştir. Heyecan içinde o günü meleğe anlatır. Melek, adama gülümser ve ardından elini şıklatır. Gökten bir örümcek ağı iner. Adam bu ağa tutunarak cennete girebilecektir. Adam, neşe içinde ağa tırmanırken cehennemden bazıları da bu ağa tutunarak cennete gitmeye çalışırlar. Ama adam ağın o kadar çok insanı taşımayacağından korkarak onları itmeye başlar. Tam o sırada ağ gerçekten kopar ve diğerleri ile birlikte adam da cehenneme düşer. "Yazık!" der melek, "Bencilliğin, hayatında işlediğin tek iyiliği de kötülüğe döndürdü. O insanlara şefkat gösterebilseydin, ağın herkesi taşıyabileceğini görecektin."

                               
                             
2 YAKLAŞIM FARKI
                               
                               
                             

Bir adam kötü yoldan para kazanip bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektas Veli'nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister O zamanlar dergâhlar ayni zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı Bektas Veli'ye anlatır ve Hacı Bektas Veli ¤- ' helal değildir ' diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana'ya anlatır . Mevlana ise¤; bu hediyeyi kabul eder. Adam ayni şeyi Hacı Bektas Veli'ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar. Mevlana söyle der: - Biz bir karga isek Hacı Bektas Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir. Adam üşenmez kalkar Hacı Bektas dergâhı'na gider ve Hacı Bektas Veli'ye, Mevlana'nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektas Veli'ye sorar. Hacı Bektas da söyle der: - Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana'nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir." Böylesi tevazu ve incelikle, birbirlerini yermek yerine yüceltebilmeyi becerebilen bir¤ insan ve toplum olmamız dileğiyle...

                               
                             
ÖN YARGI
                               
                               
                             
Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan
hamile bir kadın kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak
bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar. Gelincik kadının yanından bir
an bile ayrılmaz.
Her ne kadar evcil bir hayvan olmasada, oldukça uysallaşır. Bir kaç ay
sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve
yavrusuna bakmak zorundadır. Günler geçer ve kadın bir gün bir kaç
dakikalığına da olsa evden ayrılmak zorunda kalır.

Gelincik ile bebek evde yanlız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer
ve anne eve gelir. Eve geldiğinde gelinciği ve kanlı ağzını görür. Anne
çıldırmışcasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı. Tam o sırada
içerideki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne belki yardım ederim düşüncesiyle
odaya koşar. Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeğini görür e rahatlar. birde bakarki
bebeğin yanında parçalanmış olan yıl anı görür.Gelincik bebegi yıla ndan korumuş
ama kendisini''ÖN YARGIDAN'' koruyamamıştır
Einsteinin bir sözü vardır:
"insanlardaki önyargıyı parçalamak benim atomu parçalamamdan daha zor "
                               
                               
                               
                               
                               
                               
                               
                             
Rızk Allahın Elindedir
                               
                               
                             

 

Bir menkıbede anlatılır ki; Hz. Süleyman, bir karıncanın bir sene boyunca ne yiyeceğini sormuş. "Bir buğday" demişler. O da denemek için bir karıncayı bir kutuya koymuş ve içine de bir tane buğday atmış. Bir sene sonra kutuyu açıp baktığında karıncanın, buğdayın sadece yarısını yediğini görmüş. Ona: "Sen, senede bir buğday yemez miydin?" diye sorunca karınca, "Ya Süleyman! O rızkımı Rezzak-u Kerim verirken öyle idi. Ama rızk senin vasıtanla gelince, senin ileride ne yapacağını bilemedim. Ya beni unutursan ki sen unutabilirsin. Ama Rabbim, mahlûkatından hiç kimseyi asla unutmaz! İşte onun için ihtiyatlı davrandım." demiş.

 

                               
                             
Yapılan İyilik Söylenmemelidir
                               
                               
                             

Vaktiyle bulunduğu küçük yerde geçim sıkıntısı çeken dürüst ve temiz yaratılışlı genç bir adam kendine yeni bir hayat düzeni kurmaya karar verdi. Bu niyetle vakit kaybetmeden hazırlanıp yola koyuldu. Genç adam bu yolculuğu sırasında yorum ve açıklaması kendisi için imkânsız olan bir takım olaylarla karşılaştı.

Bunlardan biri şuydu: Bazı kimseler bir tarlaya buğday ekiyorlar sonra bunları ateşe verip yakıyorlardı.

İkinci olarak şuna şahit olmuştu: Bir adam büyük bir taşı kaldırmaya çalışıyor bir üçüncüyü ekleyince daha da rahat kaldırabiliyordu.

Şahit olduğu bir başka olay da şu idi: Bir adam bir koyuna binmiş arkalarından birileri de onlara yetişmek için çabalıyor ama yetişemiyorlardı.

Adam bunlarla kafası Karışmış birhalde uzun yolculuğun nasıl geçtiğini anlamadan şehrin kapısına geldi. Burada nurani bir ihtiyar kendisini durdurup nereden geldiğini niçin geldiğini yolculuğun nasıl geçtiğini sordu. Adam herşeyi anlattı ve yolda karşılaştığı alışılmamış hadiseleri de serüvenine eklemeyi unutmadı. Bunun üzerine ihtiyar bu genç adama rastladığı olayları bir bir açıkladı:

“Senin yolda ilk rastladığın buğday ekip hemen hasat eden ve sonra ateşe verip yakan insanlar iyilik edip de onu sağda solda konuşarak değerini sıfıra indiren insanları simgeler.

Taş kaldırmaya çalışan kimse de şunu anlatır: İnsana ilk işlediği günah ağır gelir onun altında ezilir Ama ona tevbe etmeden başka günahlar işlemeye devam ederse artık o günahlar ona hafif gelmeye başlar.

Koyun ve ona binenlere gelince koyun cennet hayvanıdır. Sırtındakileri cennete taşımaktadır. Koyuna ilk defa binen alimlerdir. Ondan sonra binenler her sınıftan müminlerdir. Bunlara yetişmek için koşanlar ise inançsızlardır.

                               
                             
İşibilene Can Kurban
                               
                               
                             
GazneIi SuItan Mahmud, bir av merasiminden dönerken bir köyde, Ayas adında bir deIikanIı iIe tanışmıştı Ayasın söz ve davranışIarındaki farkIıIık, bunIardan yansıyan zeka parıItıIarı karşısında SuItan Mahmud, bu deIikanIıda bir cevher oIduğunu sezmiş ve onu kendi rızası, ana-babasının izniyIe Gaznedeki sarayına götürmüştü
Ayas, sarayda suItanın emriyIe yoğun bir eğitim ve öğretime tabi tutuIdu TahminIerin ötesinde zeki ve başarıIı bir genç oIduğu görüIdü Her öğretiIeni hemen beIIiyor, köyden geImişIiğini hissettirmemek için bir yanIışIık yapmamaya aşırı dikkat gösteriyordu
Sonuçta Ayas, SuItan Mahmudun istediği niteIikte bir eIaman oIarak yetişti ve suItanın emrine girdi Kendisine hangi görev veriIse hakkından geIiyor, her işte hükümdardan tam not aIıyordu SuItan Mahmud Ayası keşfettiğine içten içe memnun oIuyordu
Ayas, sarayda Iiyakat ve yetenek isteyen görevIer için adı akIa iIk geIen kimse oImuştu SuItanın bir paye verdiği kimseIer içinde en güvendiği, en gözde kişi Ayastı Bunun için SuItanın maddi ve manevi iItifatIarına mazhar oIuyordu Bu durum AyasIa aynı rütbedeki vezirIer ve diğer yüksek dereceIi memurIarın kıskançIığına, Ayas hakkında iIeri geri konuşmaIarına sebep oIuyordu Ama SuItan Mahmud herşeyden haberdardı Bir gün vezirIerinin kumandanIarının katıIdığı bir gezi düzenIedi Bu gezi sırasında yakınIarından geçmekte oIan bir kervan SuItan Mahmuda, Ayasın değerini kanıtIamak için aradığı fırsatı verdi SuItan Mahmud, vezirIerinden birini çağırdı ve ona,
- Git, şu kervan nereden geIiyormuş sor, dedi Vezir gitti sordu ve döndü:
- SuItanım, bu kervan Çinden geIiyormuş
- Peki nereye gidiyormuş?
- Onu sormadım efendim
SuItan Mahmud bunun için bir başka vezir çağırdı ve ona,
- Git şu kervan nereye gidiyormuş öğren dedi Vezir öğrenip geIdi:
- SuItanım Mısıra gidiyormuş
- AnIaşıIdı, yükü neymiş?
- Onu öğrenmedim efendim
BöyIe kaç tane vezir denedi, kervan hakkında tatminkâr biIgi edinemedi Bunun üzerine mevcut vezir ve diğer yetkiIiIere şöyIe dedi:
- Ayası çekemediğinizi, hakkında iIeri geri konuştuğunuzu, gözden düşürmeye çaIıştığınızı biIiyorum Benim Ayasa değer verişim sahip oIduğu engin kabiIiyetIerden, veriIen her görevde gösterdiği ustaIık ve becerikIiIikten doIayıdır Beşinizin, onunuzun birIikte üstesinden geIemediği bir işi tek başına hak edebiImesi sebebiyIedir En basiti şu kervan hakkında hanginizi görderdimse yeterIi biIgiIeri edinemediniz HaIbuki daha önce böyIe bir konuda Ayası denedim, bir seferde tekmiI biIgiyi, akIa geIebiIecek tüm soruIarın cevabını öğrenip beni aydınIatmıştı İşte benim Ayası tutmamın, ona farkIı muameIe yapmamın sebebi budur
                               
                               
                               
                               
                               
                             
                             
                           
DOĞRU YOLDAN AYRILMAK…
                             
                             
                           

Aylaklıktan, başıboşluktan usanan, bunun çıkar yol olmadığını anlayıp doğru yola gelmeye karar veren mirasyedi bir adam, ülkesinin kralına çıkıp, doğruluktan ayrılmadan, dürüstçe yaşamak için kendisine bir yol göstermesini ister.

Kral adama ağzına kadar dolu bir fıçı zeytinyağı verir. Bunu tek bir damla bile dökmeden şehrin bir ucundan öbür ucuna götürmesini, bir damla dahi döktüğü takdirde hemen orada boynunun vurulacağını söyler.

Yanına da kontrol için yalın kılıç iki gözcü verdi Adam fıçıyı kralın buyruğuna uygun şekilde, bütün gücünü, dikkat ve zekâsını kullanarak bir damla bile dökmeden şehrin bir başından öbürüne götürür.

Sonra geri dönüp kralın huzuruna yeniden çıkar. Verilen görevi eksiksiz yerine getirdiğini söyler Kral adama sorar:

— Şehirde ne gördün, neye şahit oldun?

O gün şehirde pazar kurulduğu, her yanın iğne atılsa yere düşmeyecek kadar kalabalık olduğu bir gündü. Buna rağmen adam şu cevabı verir.

— Efendimiz, ucunda can kaygısı da bulunduğundan fıçıdaki yağı dökmemek için öylesine bir dikkat içindeydim ki, bir an bile gözümü fıçıdan ayırıp çevreye bakamadım. Bu nedenle ne kimseyi gördüm, ne de bir olaya şahit oldum der.

Kral bu dersten sonra gönül rahatlığı ile tavsiyesini yaptı:

— işte, yaptığın her işte, sana verilen her vazifede böyle dikkatli olur, kendini işine verirsen, Allah’ın her an seni kontrol ettiğini de aklından çıkarmazsan, hiç bir zaman doğru yoldan ayrılmazsın der.

                             
                           
HERHES SOYUNA ÇEKER…

                             
                             
                           

 Bir padişah Hızır’ı görmek istiyormuş. Bir gün bunun için tellallar çağırttırır.
“Kim bana Hızır’ı gösterirse onu armağanlara boğacağım” demiş.

Birçok oğlu uşağı olan fakir bir adam bu işe talip olmuş ve karısına demiş ki:

“Hanım ben padişaha Hızır’ı bulacağımı söyleyip ondan kırk gün müsaade alacağım. Bu kırk gün için padişahtan size ömrünüz boyunca yetecek yiyecek, içecek ve para alırım der.

Kırk günün sonunda Hızır’ı bulamayacağım için benim kelle gider, ama siz rahat olursunuz”
Adamın karısı kanaatkâr biriydi.

“Efendi biz nasıl olsa alıştık böyle kıt kanaat geçinmeye. Bundan sonra da idare ederiz. Vazgeç bu tehlikeli işten” der…

Ama adam kafaya koymuştu Padişaha gidip Hızır’ı bulacağını söyler. Bunun için kırk gün izin ister. Hızır’ı bulmak için koşuşturacağı kırk gün zarfında ailesinin geçimi için sarayın ambarından tonlarca yiyecek, içecek ve nakit para alır.

Bunları evine teslim edip kırk gün ortalıktan kaybolur. Kırk günün bitiminde padişahın huzuruna çıkıp her şeyi itiraf eder.

‘Benim aslında Hızır’ı falan bulacağım yoktu. Ailece sıkıntı çekiyorduk. Hızır’ı bulacağım diye sizden dünyalık almak istedim” der.

Padişah buna çok kızar.

“Padişahı kandırmanın cezasını hayatınla ödeyeceğini hiç düşünmedin mi?” diye bağırır. Adam da her şeyi göze aldığını söyler. Bunun üzerine padişah yanında bulunan üç veziriyle görüş alış verişinde bulunur ve birinci vezire sorar;

— Padişahı kandıran bu adama ne ceza verelim?

— Efendimiz, bu adamın boğazını keselim, etini parçalayıp çengellere asalım der.

Bu sırada peyda olan, nurani, aksakallı bir ihtiyar I. vezirin sözleri üzerine söyle der: Küllü şeyin yerciu ila asıhı”

Padişah ikinci vezirine sorar:

— Bu adama ne ceza verelim?

— Hükümdarım bu adamın derisini yüzüp içine saman dolduralım der.

Biraz önce ansızın ortaya çıkan ihtiyar yine “Küllü şeyin yerciu ila aslını” der.
Padişah üçüncü vezire sorar.:

— Ey vezirim sen ne dersin, beni kandıran bu adama ne ceza verelim?

— Padişahım bana göre, bu adamı affedin. Size yakışan, sizden beklenen budur. Bu adam önemli bir suç işledi ama sanıldığı kadar da kötü biri değil.

Çünkü çoluk çocuğunun rahatı için kendini feda edebilecek kadar da iyi yürekli der.
Nurani ihtiyar yine söze karıştı: “Küllü şeyin yerciu ila asıhı”

Bu defa padişah o yaşlı zata yönelir:

— Sen kimsin?
İkide bir tekrarladığın o laf ne demektir?
İhtiyar cevap verdi:

— Senin birinci vezirinin babası kasaptı.
Onun için kesmekten, etini çengellere asmaktan bahsetti. Yani aslını gösterdi.

İkinci vezirin babası yorgancı idi. Yorgan yastık, yatak yüzlerine yün, pamuk vb doldururdu o da babasına çekti.

Üçüncü vezirin ise babası da vezirdi. O da soyuna çekti, büyüklüğünü gösterdi. Benim söylediğim söz “Herkes aslına çeker” demektir.

Vezir istersen (üçüncü veziri göstererek) işte vezir, Hızır istersen (kendini göstererek) işte Hızır, bu adamı mahcup etmemek için sana göründüm, dedi ve kaybolur gider.

                             
                           
CENNET KÖŞKÜ!
                             
                             
                           
Halife Harun Reşid döneminin ermişlerinden Behlül Dana bir gün düzgünce kesilmiş tahta parçalarından eve benzer bir şey yapıyordu Bunu Harun Reşidin hanımı Zübeyde görüp ne yaptığını sordu Behlül:

— Cennet köşkü yapıyorum efendim, diye cevap verir.
Dindar bir kadın olan Zübeyde köşke müşteri çıkar.

— Bu köşkü bana satar mısın?

— İsterseniz satarım

— Kaç paraya satarsın?

— Sana bir akçeye veririm
Halifenin hanımı hemen bir akçeyi verip köşkü satın alır.

Harun Reşid ve hanımı o gece rüyalarında kendilerini cennette gördüler Zübeyde lüks bir köşkte oturuyordu Harun Reşid sorar:

— Hanım, sen bu köşke ne zaman sahip oldun?

— Dün bir akçeye Behlül’den satın almıştım der.
Sabah oldu, hükümdar hemen Behlül’ü çağırttırır.

— Dün hanıma sattığın köşkten bir tane de bana yapsana, der.

— Olur, yaparım, der Behlül.

— Kaça yapacaksın?

— Bin akçeye yaparım.

— Ama hanıma bir akçeye vermişsin.

— Evet, bir akçeye verdim.

Ama o köşkün değerini bilmeden aldı. Sen ise dün gece onun nasıl görkemli bir köşk olduğunu gördün Ben buna göre fiyat istiyorum diye mukabele ediyor…
                             
                             
                             
                             
                             
                               
                               
                             
TERBİYE YARATILIŞA BAĞLIDIR!
                               
                               
                              Eski İran hükümdarlarından biri vezirine oğlunun hocasından yakınıyormuş.
— Ben istiyorum ki oğlum ilim öğrensin, benim yerime iyi bir hükümdar olsun, o ise devamlı müzikle, sesle, sazla meşgul. Demek ki hocası buna iyi bir yön veremiyor der.

Vezir aynı görüşte değildir:

— Hükümdarım hocanın elinde mucize yo. Çocuğun kabiliyeti neye ise hocası ancak onda ilerlemesine, olgunlaşmasına yardım edebilir. İnsanın tabiatı değiştirilemez. Terbiye yaratılışa tabidir der.

Hükümdar ise aksi görüştedir.
Terbiye ile yaratılışa yön verebileceğini iddia ederek bunu kanıtlamak için bir akşam sarayında bir eğlence düzenler.

Bu eğlence sırasında eğitilmiş kedilerin bir gösterisi de yer alır. Bu kediler, sırtlarında, bir tabak içinde yanan mumları taşıyorlar ve onları düşünmüyorlardı.

Hükümdar vezire bu kedileri göstererek:

— Görüyorsunuz, terbiyenin nelere gücü yetiyor, der.
Vezir karşılık vermez. Olumlu, olumsuz bir şey söylemez.

Yeni bir eğlence gecesini bekler.
Bir başka gecede düzenlenen eğlenceye gelirken yanında gizlice bir kaç tane fare getirir.

Kediler gösteriye başladığı zaman bu fareleri kedilerin ortasına doğru salıverir.
Fareleri gören kediler sırtlarındaki tabağı, mumu unutup farelerin peşine takılırlar.

Mumlar, tabaklar hepsi bir yana yuvarlanır.
Yanan mumlardan yerdeki halılar tutuşur. Ortalık bir anda ana-baba gününe döner.

Tam bu esnada vezir padişaha yanaşıp iddiasını kanıtlamanın gururuyla şöyle der;

— Gördünüz mü padişahım terbiye yaratılışa tabidir…


HERHES SOYUNA ÇEKER…


Bir padişah Hızır’ı görmek istiyormuş. Bir gün bunun için tellallar çağırttırır.
“Kim bana Hızır’ı gösterirse onu armağanlara boğacağım” demiş.

Birçok oğlu uşağı olan fakir bir adam bu işe talip olmuş ve karısına demiş ki:

“Hanım ben padişaha Hızır’ı bulacağımı söyleyip ondan kırk gün müsaade alacağım. Bu kırk gün için padişahtan size ömrünüz boyunca yetecek yiyecek, içecek ve para alırım der.

Kırk günün sonunda Hızır’ı bulamayacağım için benim kelle gider, ama siz rahat olursunuz”
Adamın karısı kanaatkâr biriydi.

“Efendi biz nasıl olsa alıştık böyle kıt kanaat geçinmeye. Bundan sonra da idare ederiz. Vazgeç bu tehlikeli işten” der…

Ama adam kafaya koymuştu Padişaha gidip Hızır’ı bulacağını söyler. Bunun için kırk gün izin ister. Hızır’ı bulmak için koşuşturacağı kırk gün zarfında ailesinin geçimi için sarayın ambarından tonlarca yiyecek, içecek ve nakit para alır.

Bunları evine teslim edip kırk gün ortalıktan kaybolur. Kırk günün bitiminde padişahın huzuruna çıkıp her şeyi itiraf eder.

‘Benim aslında Hızır’ı falan bulacağım yoktu. Ailece sıkıntı çekiyorduk. Hızır’ı bulacağım diye sizden dünyalık almak istedim” der.

Padişah buna çok kızar.

“Padişahı kandırmanın cezasını hayatınla ödeyeceğini hiç düşünmedin mi?” diye bağırır. Adam da her şeyi göze aldığını söyler. Bunun üzerine padişah yanında bulunan üç veziriyle görüş alış verişinde bulunur ve birinci vezire sorar;

— Padişahı kandıran bu adama ne ceza verelim?

— Efendimiz, bu adamın boğazını keselim, etini parçalayıp çengellere asalım der.

Bu sırada peyda olan, nurani, aksakallı bir ihtiyar I. vezirin sözleri üzerine söyle der: Küllü şeyin yerciu ila asıhı”

Padişah ikinci vezirine sorar:

— Bu adama ne ceza verelim?

— Hükümdarım bu adamın derisini yüzüp içine saman dolduralım der.

Biraz önce ansızın ortaya çıkan ihtiyar yine “Küllü şeyin yerciu ila aslını” der.
Padişah üçüncü vezire sorar.:

— Ey vezirim sen ne dersin, beni kandıran bu adama ne ceza verelim?

— Padişahım bana göre, bu adamı affedin. Size yakışan, sizden beklenen budur. Bu adam önemli bir suç işledi ama sanıldığı kadar da kötü biri değil.

Çünkü çoluk çocuğunun rahatı için kendini feda edebilecek kadar da iyi yürekli der.
Nurani ihtiyar yine söze karıştı: “Küllü şeyin yerciu ila asıhı”

Bu defa padişah o yaşlı zata yönelir:

— Sen kimsin?
İkide bir tekrarladığın o laf ne demektir?
İhtiyar cevap verdi:

— Senin birinci vezirinin babası kasaptı.
Onun için kesmekten, etini çengellere asmaktan bahsetti. Yani aslını gösterdi.

İkinci vezirin babası yorgancı idi. Yorgan yastık, yatak yüzlerine yün, pamuk vb doldururdu o da babasına çekti.

Üçüncü vezirin ise babası da vezirdi. O da soyuna çekti, büyüklüğünü gösterdi. Benim söylediğim söz “Herkes aslına çeker” demektir.

Vezir istersen (üçüncü veziri göstererek) işte vezir, Hızır istersen (kendini göstererek) işte Hızır, bu adamı mahcup etmemek için sana göründüm, dedi ve kaybolur gider.
                               
                             
DİLENEN SORUMLULUK

                               
                               
                              Vaktiyle her türlü maddi imkâna sahip olmasına rağmen can sıkıntısından, hayatın yaşanmaya değmez olduğundan yakman bir prens varmış.
Kardeşleri, arkadaşları gezer, ava gider, eğlenirken o odasına kapanır, sürekli düşünürmüş. Oğlunun bu haline hükümdar babası çok üzülüyormuş.

Bir gün hükümdar, ülkesinin en bilge kişisini sarayına çağırtıp ona oğlunun durumunu anlatır ve buna bir çözüm bulmasını ister. Bunun için bilgeye bir hafta mühlet verir. Bir hafta içinde bir formül bulamazsa bunun hayatına mal olabileceğini de hatırlattır.

Yaşlı bilge üç beş gün düşünüp taşınır…
Aklına hiç bir çözüm gelmez.
Bu nedenle canını olsun kurtarmak için ülkeyi terk etmeye karar verir.

Üzgün, dalgın bir şekilde ülkeyi terk ederken, bir köyün yakınında koyunlarını, keçilerini otlatan küçük yaşta bir çobanla bir süre ahbaplık eder.

Bundan cesaret alan küçük çoban yaşlı dostuna
“Amca şu hayvanlarıma biraz göz kulak oluver de, ben de şu görünen köyden azık alıp geleyim, bugün azık almayı unutmuşum” der.

Bilge de zevkle kabul eder. Bilge, kafası, karşılaştığı olaylarla meşgul bir halde hayvanlara göz kulak olurken, bir keçi yavrusu kenarında oynamakta olduğu uçurumdan aşağı yuvarlanıverir.

Aşağı inip onu kurtarmadıkça kendi kendine kurtulması da mümkün değildi. Bilge küçük çobana verdiği sözü doğru dürüst tutabilmek için kuzuyu kendisi kurtarmaya karar verir.

Bu amaçla uçurumun dibine iner. Önce kuzuyu sırtına bağlar, sonra tırmanmaya başlar. Birkaç tırmanma başarısızlıkla sonuçlanır.

Ama bilge yılmadan uğraştı, didindi, zorlandı ama sonunda kuzuyu yukarı çıkarmayı başarmıştı.
Küçük dostuna verdiği sözü tutabilmek, bunun için de kuzuyu uçurumdan çıkarmak bir süre kafasını öyle meşgul etti ki, kendini bu işe o kadar verir ki başından geçmekte olan olayı, canını kurtarabilmek için ülkeyi terk etmekte oluşunu unutur.

Fakat bu durum onun kafasında bir şimşek çakmasına sebep olur. Şöyle düşünür:

“Bir kimse ciddi olarak bir işle meşgul olur, bir girişimde bulunup onu başarı ile sonuçlandırmak arzusu benliğini tam olarak kaplarsa, o kimse için can sıkıntısı, eften püften olayları kafasına takmak diye bir şey söz konusu olamaz”

Bu gerçek herkes, dolayısıyla hükümdarın oğlu için de geçerlidir. Bilge artık kaçma fikrinden vazgeçip hemen geri döner ve hükümdarın huzuruna çıkarak şu çözümü sunar:

“Hükümdarım, eğer oğlunuzun can sıkıntısından kurtulmasını, hayata bağlanmasını istiyorsanız ona bir sorumluluk yükleyin, zamanını kaplayıcı bir meşguliyet verin.

Can sıkıntısının, yaşamaktan şikâyet etmenin ana sebebi başıboşluktur Oğlunuza yükleyeceğiniz sorumluluk ne derece ciddi, sonucu ne derece ağır olursa, kendini o ölçüde can sıkıntısından kurtaracak, yaşama mücadele ve azmi o derece artacaktır” der.

 
                               
                             
DARI EKMEK…
                               
                               
                              Bir hükümdar maiyetiyle birlikte ülkesinde bir gezintiye çıkar. Yolu üzerindeki bir köyde çok yaşlı bir adamın tarlasına fidan dikmekle meşgul olduğunu görünce, ihtiyara uzaktan seslenir:

— Baba, sen ne diye fidan dikmeye uğraşıyorsun?
Maşallah yaşını yaşamışsın, bu diktiğin fidanların meyvesinden herhalde yiyemezsin
İhtiyar cevap verir:

— Bu diktiğim fidanların meyvesini bizim yememiz şart değil evlat.
Biz nasıl bizden öncekilerin diktiği fidanların meyvesinden yediksek, bizim diktiğimiz fidanların meyvesini de bizden sonrakiler yiyecekler.
Bu cevap hükümdarın hoşuna gitti ve ihtiyara bir kese altın verilmesini emreder.

İhtiyar bu ihsanı karşılıksız bırakmaz:

— Gördün mü evlat, bizim diktiğimiz fidanlar şimdiden meyve verdi der.
Bu cevap da hükümdarın hoşuna gider ve bir kese daha altın verilmesini emreder.

Yaşlı köylü sıradan biri değildir.
Çarıklı erkânı harp diye nitelenen kişilerden biriydi:

— Evlat herkesin diktiği fidan yılda bir defa meyve verir, bizim diktiğimiz fidan yılda iki defa meyve verdi der.

Bu diplomatça cevap da hükümdarın hoşuna gider ve bir kese daha altın verilmesini emreder. Ama bu defa vezir araya girer ve hükümdarı uyarır:

— Aman sultanım bir an önce buradan uzaklaşalım. Bu ihtiyar bu gidişle tarlasına fidan dikmek yerine, devletin hazinesine darı ekecek der.

 
                               
                               
                               
                               
                               
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol