yuce sevgim
  marasli okkes
 
 

 

Maraşlı Ökkeş

O gece son gecesiydi. Gece üç beş nöbetine kalkacak, bir daha uyumayacaktı. Böyle hesap ediyordu. Ardından önce Bingöle geçecek, oradan konvoyla Elazığa sonra da doğruca İstanbula…Az kalmıştı. Baş parmağını serçe parmağına götürdü, "bir" dedi, ardından yüzük parmağına değdirdi "iki" diyerek gülümsedi. "İki gün sonra Elifimle Uğurumun yanındayım." "İnşallah tertip, inşallah." diye ekledi masada, yanında oturan Maraşlı Ökkeş. "Bu işin inşallahı, maşallahı yok tertip. On beş ay geçti, iki gün kaldı." "Bak şimdi tertip. İnşallah, Allah izin verirse anlamına geliyor mealen. İnşa yapım demek, hani inşaat diyoruz ya, yani yapım işleri anlamında işte inşa yapım anlamına gelir. Allahı da zaten biliyoruz. Yani Allah yaptırırsa, izin verirse gibi bir anlam oluyor. Yani evrenin tek hakimi olana Allah senin eşine ve çocuğuna kavuşmana izin verirse kavuşursun. Yoksa takdir-i ilahi. Yani aslında bu işin inşallahı, maşallahı yok değil, aksine var. Hem Allah hayırlısını göstersin ama, son nöbetin var." "Ya tertip bari şu son günümde karıştırmasan şunu, açmasan şu şom ağzını." "Tamam tertip kızma . Ben sadece bilmeni istedim. Yoksa ben senin ailene kavuşmanı senden daha çok isterim. Sevenler kavuşsun tertibim" dedi gözleri dolarak. "Neyse ben yatmaya gidiyorum. Bu gece ki son nöbetime kalktıktan sonra bir daha nöbet möbet yok." Diyerek hızla kalktı ve askeri gazinonun içerisinde avazı çıktığı kadar bağırdı: "Şafak doğan güneeeeş" Diğer askerlerden bazıları imrenerek bakıyordu İstanbullu Ademe. Bazısı ise gülümseyerek… Askerlerden biri hızla yanına yaklaştı ve "Bölük komutanı seni çağırıyor Adem" dedi. "Beni mi çağırıyor?" Diğeri başını sallayarak onayladı. Adem koşarak Bölük Komutanı Üsteğmenin odasının önüne geldi. Birkaç saniye bekledi. Kamuflajını kontrol etti, kemerini sıktı, sağını solunu kontrol ettikten sonra kapıya iki sefer vurdu. İçeriden gür bir sesle "Gel" komutu geldi. Kapının kolunu elleri titreyerek indirdi. Acaba son günde bir cezamı alacaktı. Bir engel çıkmasını istemiyordu. İçeri girer girmez komutanın karşısına geçti, esas duruş halini alarak gür bir sesle tekmil verdi: "Adem Türkmen, İstanbul. Emret komutanım." "Geç, otur Adem şöyle. Artık senin askerlik bitti. Bundan sonra komutanın değil, arkadaşınım." "Son ana kadar askerim komutanım. Daha bu gece nöbetim var." "Madem daha komutanınım lafımı bitirmemi beklemeden niye araya giriyorsun." dedi sert bir ses tonuyla. Sözünün arasına girilmesine çok sinirlenirdi. Askerliğin verdiği bir güdüydü belki de. Adem suçunun karşısında sesi, soluğu çıkmayan bir çocuk edasıyla başını öne eğdi. Komutan "Ben de sana onu diyecektim" diye devam etti. "Bu son gecende nöbet tutmanı istemedim. Onun için defterden adını sildim, yerine Maraşlı Ökkeşi yazdım." "Sağ olun komutanım" "Aslında değiştirmemem lazımdı. Biliyorsun bulunduğumuz mıntıka her an tehlike altında ve son ana kadar her asker teyakkuz halinde olmalı. Şimdi git, güzel bir uyku çek, sabaha da konvoyla gideceğin yere gidersin." "Sağ olun komutanım" dedi ve sevinçle komutanının eline yöneldi. Komutan elini öptürmeye izin vermedi. Adem bir hamle daha yaptı. Komutan yine izin vermedi. Üçüncü defa davrandı. Bu sefer başarmıştı. Oysaki komutanla aralarında çok bir yaş farkı yoktu. Ama onu buralarda herkes bir büyüğü olarak görmüştü. Son selamını başla vererek kapıdan çıktı. Koğuşa vardığında Ökkeşin yatağına oturdu. Ökkeş bacağına birinin dokunduğunu hissetti. Gözünü açtığında Adem olduğunu fark etti. Ha sen miydin Adem" dedi. Sesi çatallı çıkıyordu. O gün nöbeti yoktu. Bir önce ki günün yorgunluğunu üzerinde hissediyordu. "Benim ya. Bak son nöbetin var diyordun tertip, O da sana kaldı. Son iki gecem artık evime kavuşmam için." "İnşallah tertip inşallah." Ökkeş birkaç saniye durakladı, ardından devam etti "Üç beş nöbeti bana mı kaldı şimdi tertip?" Adem onun sözlerini yineleyerek taklit etti: "Üç beş nöbeti sana kaldı tertip. Artık sen de yirmi gün sonra kurtulursun Allahın imamı." Son cümlesi çok hoşuna gitmişti, bir kahkaha attı. "Neyse ben artık uyuyorum." Ökkeş "Belki sabaha görüşemeyiz tertip" diyerek yatağından doğruldu. "Hakkını helal et Ademim. Telefonunu aldım. İstanbula iş için geleceğim inşallah. O zaman sık sık görüşürüz." Ademin üstündeki yatakta uyanık olan badisi "Koca İstanbulda işin gücün içinde nasıl sık sık karşılaşacaksınız?" diye konuşmaya katıldı. "Orası Maraşın köyümü ki her gün yan yana gelesiniz." Ökkeş "Öyle deme Ali badim" dedi kafasını kaldırarak. "Ben öylesine sık sık dedim ama, yine de belli mi olur aynı yerde çalışırız, aynı yerde bulunuruz. Bellimi olur? Belki her gün görüşürüz." "Alinin dediği gibi sanmam ama, adresimi, numaramı biliyorsun. Geldiğinde sen yine de ara." Adem, Maraşlı Ökkeş ve İzmitli Ali ile vedalaştıktan sonra yatağına girdi ve kavuşma anını hayale daldı. İstanbulda otogara vardığında otobüsten inecekti, Haticesine kollarını açacaktı, o da kendisinin boynuna sarılacaktı. Ardından oğlu, Uğuru koşa koşa kucağına atlayacaktı. "Az kaldı" diye mırıldandı kimsenin duymayacağı şekilde. "Az kaldı. Bugün bir, yarın iki. Üçüncü gece yanındayım Elifim. Bu işin kaçarı, göçeri yok. Üçüncü gece yanındayım." Üç gün sonra karakola gelen bir haber bütün askerleri derinden sarsmıştı. Fakat en çok Ökkeşi yaralamıştı bu haber. Adem İstanbul otogarında, daha ailesine kavuşamadan bıçaklanarak öldürüldü haberi bir yas havası yaratmıştı karakolda. "Nasıl olmuş komutanım?" diyebildi takatsiz bir şekilde. "Bir kapkaççı gelmiş, cebinden cüzdanını almış. Bu da kapkaççıyı kovaladıktan sonra yakalamış. Sonra da…" "Sonra da" diye araya girdi Ökkeş. "Sonra da kapkaççı cebinden çıkardığı bıçağı saplamış, öyle mi komutanım?" Komutan sözünün kesilmesine bu sefer ses çıkarmadı. Zaten bundan dolayı kızmanın sırasının olmadığını düşündü. "Aynen öyle Maraşlı. Aynen öyle. Cebinden çıkardığı bıçağı saplamış." "Hep benim yüzümden" dedi Ökkeş. Kimse de sormadı neden kendi yüzünden olduğunu. Onlar da üzüntüden böyle düşündüğünü biliyorlardı. "O şom ağzımı açmasaydım belki de olmayacaktı bunlar." Komutan duymamış gibi yaparak devam etti: "İşin en acı yönü ne biliyor musunuz çocuklar?" Askerlerden hiç biri sormadı. ama hepsi de gözleriyle sormuş gibi duruyordu adeta. Komutan hepsinin gözlerini birkaç saniye de kolaçan ettiğinde cevabı merakla beklediklerini anlamıştı. "Karısıyla aralarında beş on metre varken kapkaççı Ademin ailesine odaklanmasını fırsat bilip, kapıp kaçıyor." "Yani ailesinin gözü önünde bıçaklanmış, öyle mi?" diye sordu askerlerden biri. Dudaklarını büzüştürerek "Evet aynen öyle" dedi komutan. "Neyse gençler. Hayat bu kadar acımasız işte. Her şey çocukken ki güzel olsaydı. Ama hayat büyüyünce, işe atılınca başlıyor ve acı gerçekleri işte o zaman öğreniyor insan…" "Komutanım" "Efendim Ökkeş" "Arkadaşımızla aylarca burada beraber operasyonlara gittik, çarpıştık. Ama Azrail onun ruhunu bedeninden burada değil de gitti hiç beklemediği yerde aldı. Şu durumda cenazesine de gidemiyoruz. Hiç değilse ruhuna bir şeyler okuyalım." Ökkeş komutanından olur onayını beklemeden ellerini açarak kaldırdı. Onun hayır demeyeceğini biliyordu. "Merhumun ruhu için El-Fatiha" diyerek gür bir sesle adeta bağırdı. Kimi başı öne eğik kimi ise ağlamaklı gözlerle ağızları titrercesine mırıldanarak fatiha okudular. "Ökkeş en sonunda "Mekanın cennet olsun kardeşim" dedi. Arkadaşları acı bir ses korosuyla "Amin" diyebildiler. Ökkeş askerlikten sonra memleketi Maraşa uğramadan doğruca İstanbulun yolunu tutmuştu. Eniştesi ona iş bulduğunu, hemen İstanbula gelmesini söylemişti. İstanbula iner inmez eniştesi tarafından karşılandı. Evde anası heyecan içerisinde onu beklemekteydi. Kapıdan içeri girer girmez kollarını açarak, "Ökkeşim" diyerek bağırdı. Var olan bütün gücüyle yavrusuna sarıldı. Sevincinden o kadar fazla sıkmıştı ki farkında bile değildi oğlunun canını yaktığından. Ökkeş yine de annesine bunu söylemedi. Biliyordu ki içinden geldiği için böyle sımsıkı sarılmıştı. Birkaç saniye sonra zaten bırakacaktı. Annesi kollarını yana bıraktı ve birkaç saniye oğluna bakındı, gözleri dolarak "Keşke rahmetli baban yaşasaydı da görseydi oğlunu. Rahmetli bu çocuk hiçbir şey yapamaz derdi. Bak aslanım gitti, hainlerle çarpıştı, sağ salim de geldi." dedi gururlu bir edayla. Dağılan tülbentini düzelttikten sonra son bir sefer de oğlunu alnından öptü. "Oy ne kadar da güzel ablası bak. Var mı dünyada bundan daha yakışıklısı?" Eniştesi araya girdi "Kargaya yavrusu şahan gibidir ana" Mutluluk içerisinde, kalplerinin en dip köşesinden gelen bir sevinçle her biri anlaşmış gibi aynı anda kahkaha attılar. Kolay değildi her gün haberlerde acaba yavrum, acaba kardeşim de şehit oldu mu korkusuyla beklemek. Hep beraber kahvaltıya oturdular. Kahvaltının konusu Ökkeşe bulunan işti. "İstersen bir süre dinlen. Ama şu an hazır bir iş bulmuşken hemen başla derim ben dayı oğlu" dedi eniştesi. Eniştesiyle kuzendiler aynı zamanda. "Hemen başlayayım. Oturacak zaman yok. İleride ne olur ne olmaz. Millet iş bulamıyor biz hazır bulmuşken başlayalım." "Doğru diyorsun. Artık ekmek aslanın ağzında. Neyse kahvaltıdan sonra seni yeni iş yerine götüreyim. Bugün yerini öğrenirsin. Artık yarın yada bir iki gün içinde başlarsın. Ben de oradan işe gideyim. Patron öğlene kadar zor izin verdi. Özel sektör böyle işte dayı oğlu." Ökkeş işe başlayalı bir ay olmuştu. Bir mezarlıkta çöpçü olarak çalışıyordu. Toprağın üzerindeki birkaç zararlı otu temizledikten sonra kendini duyuyormuşçasına "Daha dün temizledim, bir günde ne çabuk büyüdünüz de ortaya çıktınız" diye otlara kızdı. "Her gün çıkın her gün yine temizlerim" dedi. Boş gözlerle toprağa bakmaktaydı. Derin düşüncelere dalmıştı. "Büyük konuşulmaması gerektiğini, her şeyin en doğrusunu sadece Allahın bileceğini, ne derse onun olacağını aklına getirdi. Ranzasını paylaştığı badisi Alinin "Koca İstanbulda işin gücün içerisinde nasıl sık sık karşılaşacaksınız., orası Maraşın köyü mü? demesi çınladı kulaklarında. "Hey gidi badi hey. Bak ben sana dememiş miydim? Belli mi olur, her gün karşılaşırız, aynı yerde bulunuruz belki de diye. Bak Allaha büyük konuşmamak lazımmış İzmitli badim. Keşke yaşasaydın da seninle böyle her gün değil, arada bir de olsa sağ olarak karşılaşsaydık tertibim, Ademim" diye mezarın başında kendi kendine konuşuyordu. Gözlerinin pınarından yaşlar adeta oluk oluk akıyordu. "Gene bizim Göksu gibi akıttım tertibim" dedi gözyaşlarını memleketindeki Göksu ırmağına benzeterek. Ardından gözünün yaşını cebinden çıkardığı mendille sildi, Allah izin verseydi tertibinin ailesine kavuşabileceğini ve o isterse tertibiyle her gün karşılaşabileceğini anımsayarak oturduğu yerden yavaşça doğruldu. Bir gün sonra yeniden geleceğini söyleyerek tertibi Ademin mezarının başından ayrıldı ve işinin başına döndü.

 

 


 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol