yuce sevgim
  Kaybettiklerim
 

 Kaybettiklerim

Kendimi bildim bileli yanımdaydı. Tek arkadaşım, tek sırdaşımdı. Aynı mahallede büyümüş, orta okula kadar aynı sırayı paylaşmış, aynı yollarda ilerlemiştik. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez denilen dostluklar vardır ya, onlardan birini paylaşıyorduk. Herşeyimi bilirdi, daima susup beni dinlerdi. Söyleyeceklerim bitene kadar gölerini gözlerimden, elini elimden ayırmazdı. Ona `şimdi ben ne yapacağım` diye sorduğumda cevap vermezdi. Çünkü o pişmanlıklarımın kendi kararlarımdan doğmasını isterdi. Bu yüzden her defasında sadece `aklını ve kalbini ayrı tut` derdi. Ama hangisini dinlemem gerektiğini söylemezdi.
Günlük yaşantısını, kavgalarını, sevdiklerini, aşklarını bilirdim. Ama yüreğinin derinliklerinde sakladığı şeyleri ortaya çıkaramazdım. Bir şeylerden kaçmaya çalıştığını biliyordum. Ama neyden, neden kaçıyordu?
Aynı liseye kayıt yaptırmıştık. Sınıflarımız ayrıydı ama yine de arkadaşlığımızda bir kopukluk olmamıştı. İkimizde bunun olmasına izin vermemiştik. Lisenin birinci sınıfında okuldan atıldı. Bunu kabullenmesi zor olmadı. Dışarıdaki hayata çabuk alışmıştı. Oysa ben onu öyle tanımıyordum. Bir şeyler başarmaya çalışırdı hep ve bunların okumadan olmayacağını bilirdi.
Anne ve babasının boşanmasının ardından mahkeme onu babasına vermişti. Babasının yanında kaldığı süre boyunca yanımdaydı. Ama babası yeni tanıştığı bir kadınla evlenip onu kapı dışarı edince..
Yokluğunu hala hissediyordum. Dört sene pek uzun bir zaman değildi, ama o kadar kısa da değildi. İstanbul`da İstanbul üniversitesi ikinci sınıf öğrencisiydim. Yeni arkadaşlarım, yeni bir hayatım vardı. Kendime çok fazla yüklendiğimden olsa gerek ufak bir rahatsızlık geçirdim. Hastaneye gidip bir kaç test yaptırmıştım. Doktorlar önemli bir şey olmadığını söyleyip bir kaç ilaç yazdıktan sonra dışarı çıktım. Hastanenin bahçesinde yürürken birinin beni izlediğini fark ettim. Başımı çevirdiğimde ağaçların arasındaki bankta oturan kızı gördüm.
Oydu.. Selin`di.. Zayıflamış, solmuştu. Genç bir kız olduğunu inkan etmeye çalışan bir donukluk onu sarmıştı sanki. Ama o masmavi gözleri. Hala aynıydı… Bana bakışları aynıydı. Titreyerek yanına gittim. Zorlukla yerinden kalktı ve bana sarıldı. Gözyaşları omzuma düştüğü anda yüzüne baktım.
`Seni özledim…`
`Bende` dedi.. `Bende seni`
Zar zor oturdu. Elimi bırakmıyordu. Yanına oturdum. İkimizde bir süre konuşmadık. Sonra nasıl olduğumu sordu. Kısace onsuz geçen hayatımdan bahsettim. Pek de kısa sayılmazdı aslında. Önceden olduğu gibi elini elimden çekmeden, gözlerini gözlerimden ayırmadan sessizce dinledi beni. Gözlerimin dolduğunu gördüğü anlarda elimi sıktı, yaptığım aptalca şakalara ufak tebessümlerle karşılık verdi.. Ama hiç konuşmadı, sessizce dinledi beni.
Daha önce aralıksız kendimi anlatırken hiç bundan sıkıldığını düşünmemiştim. Ama o an… Lafımı yarıda kesip;
`Ya sen?` dedim…
Gözlerini kaçırdı. Kulağıma sadece yaprakların hışırtısı geliyordu. Etraftaki arabaların seslerini, ambulansın sirenini, insanların konuşmalarını atmıştım aklımdan. Sadece onun sesini işitmek istiyordum. Bir süre sonra başını çevirdi ve daha önce hiç bakmadığı gibi gözlerimin içine baktı. Çaresiz ufak bir çocuk gibi, yardım ister gibi… Elimi sıkıp ürkek bir sesle bir anda tüm hayatımı karartan kelimeyi söyledi.
`Kanserim…`
Bir şey söyleyemedim. Onu bir anda karşımda görünce o kadar şaşırmıştım ki, hep kendimden bahsettim ve burada ne işin var diye sormayı aklıma bile getirememiştim. Kendime geldiğimde tek bir şey söyleyebildim…
`Nasıl?`
`Kolay oldu` dedi.
Güldü… Yaklaşık dört ay önce hastaneye gittiğini ve aniden sen kansersin dediklerini söyledi. Annesinin öldüğünü, yaşı tutmadığı için babasının yanına yanına gönderdiklerini ama bunu kabullenemediği için kaçtığını söyledi. Hastalığını öğrendiğinde babasını aradıklarını… Babasının da Selin`i İzmir`den alıp buraya getirdiğini… Tedavi masraflarını, hatta daha fazlasını ödeyip gittiğini… Üç buçuk aydır burada olduğunu ve kendini hiç hissetmediği kadar yalnız hissettiğini söyledi.
Doktorlara ve hemşirelere çıkarttığı zorluklardan bahsetti ve tedavi olmak istemediğinden… İğne yapacakları zaman kollarından ve bacaklarından tuttuklarını, serum takacakları zaman ise bağladıklarını söyledi. Yaşamak için sebebi yokmuş, tutunacak bir dalı kalmamış gibi anlattı. Kızdım ona.. Nasıl bu kadar kolay vazgeçebildiğini sorduğumda ise…
`Etrafına bak… Yetmiş milyon insan içersinde yalnız otuzu yaşadığını şükrediyor, yaşadıklarından, hayattan zevk alıyor.` dedi… `Geri kalanlar ise bundan nefret ediyor. Yaşamak zorunda olduğumuz hayatta yaptığımız hatalar yüzünden diğer tarafta acı çekeceksek bu yaşadıklarımız ne?` dedi… `Bir zamanlar ben de bu otun kişinin içersindeydim, tanıdığım herkeste… Ama insan doğar, yemek yer, büyür, fakat yaşamaya başladığını belli bir zaman sonra anlar ya… İnsanların yüzde doksanı bu uyanıştan sonra bundan nefret ediyor. Ben de ediyorum… Yaşamdan, hayattan ama en önemlisi kendimden..`
Onu hiç böyle görmemiştim. Bunca zaman kaçıp gittiği, yıllanmış dostluğumuzu hiçe saydığı için kızıyordum ona. Ama o andan sonra kendime kızmaya başladım. Annesinin yanına gittiğini biliyordum, hep onun gelmesini bekledim. Suçlunun o olduğunu inandırmıştım kendimi. Meğer bu dostluğu hiçe sayan benmişim.
Ziyaret saatinin bitmesine az bir zaman kala odasına çıktık. Dolabında sakladığı kağıtları uzattı ve burada yazılı herşeyi okumamı istedi.
`Şimdi git..` dedi.. `Sen benimle her şeyini paylaştığın halde, ben sana hiç birşey anlatmadım. Bundan sonra saklamamın bir anlamı yok.`
Sarıldım. Ve hiçbir şey söylemeden gittim. Eve geldiğimde, ev arkadaşlarım büyük bir parti vermeye hazırlanıyorlardı. Odama girdim ve kapıyı kilitleyip okumaya başladım.
`Merhaba dostum` diyerek başlamıştı yazısına ve bunca zaman yapmak zorunda olduğu ama yapmadığı için pişmanlık duyduğunu söyleyerek devam etmişti. Herşeye yeniden başlamak için çok geç olduğunu, ama içinde taşıdığı şeyleri ölürkende yanında götürmek istemediğini yazmıştı. Bir şeylerden korktuğunu biliyordum. Karanlıktan, yalnılıktan yada insanlardan olduğunu düşünürdüm. Kendisinden korktuğunu tahmin etmemiştim. Kendisinden korkuyormuş meğer. İçine attığı şeyleri birisine anlattığında insanların ona karşı olan düşüncelerinin değişmesinden korkuyormuş. Hatta benim bile..
Cesurdu.. Onunla birlikteyken bende öyleydim. Olmaya çalışırdım en azından. Ama.. Okudukça onu ne kadar az tanıdığımı anlıyordum. Satırlar ilerledikçe, sayfaları çevirdikçe bana hiç birşeyini anlatmadığını fark ediyordum. Ne kadar kızsamda ona, sakladığı şeylerin bırak taşımaya, anlatmaya dahi dayanılmayacak şeyler olduğunu düşünüyordum.
Dokuz yaşında iki kızdık daha. Babasının isteği üzerine bir adama içi dolu bir zarf vermeyegidiyorduk. Kapıyı açan adamdan korktuğum için içeri girmemiştim. Onu kapıda beklemiştim. Uzun bir bekleyişin ardından dışarı çıktığında, yüzündeki ifadeyi hatırlıyorumda..
`O pisliğin bana yaptığı şeyin bir adı olduğunu ve buna tecavüz dendiğini uzun zaman sonra öğrendim. Ve ben bunun farkına varana kadar o çoktan gitmişti. Yüzünü dahi hatırlamıyorum. Ve bu işin içinde öz babamın olup olmadığını hiç bir zaman öğrenemedim..’
Kanımın donduğunu hissediyordum. Ya o? O bunu nasıl taşımıştı bunca zaman içinde? Ya ben? Nasıl anlayamamıştım onca zaman bunları? Bunları düşüneceğimi biliyordu sanki. Beni herkesten iyi tanıdığını bir kez daha kanıtlamıştı.
‘‘Aklını ve kalbini ayrı tut’ derdim ya sana hep. Sanırım şimdi bunu söylemek zorundayım. Dinlemesi kolay değil, yaşaması çok daha zor, üzgünüm ilk elden tanıklık etmek zorunda kaldığın için. Ama hayatım boyunca sen ve annemden başka kimsem olmadı. Onu kaybettim, geriye sen kaldın. Affet..’
Devam ediyordu tüm hayatını içine sığdırdığı mektup. Her sayfada beni ne kadar çok sevdiğini söylüyordu. İçimden bir parça alıp götürüyordu bu. Çünkü ben dört sene boyunca onun beni unuttuğunu düşünüp, onu unutmaya çalışmıştım. Başaramamıştım ama buna yeltenmem bile beni mahvediyordu.
‘Bazen kaçıp gitmek, göğsünü gerip olmadığın halde cesur olduğunu söylemektan daha iyidir belki de..’ demişti. Haklıydı. Ben bunca zaman hiç birşey yaşamamıştım. Çok sevdiğim bir ailem, bir okulum, iyi bir çevrem vardı. Ben hep kaçmıştım sorunlardan. Selin ise yüzleşmekten korkmazdı. Ben herşeyi oldukları gibi kabullenirken o, olmalarını istediğini olmaları için çabalardı. Başarırdı da… Kararları hep doğru olurdu çünkü..
Ama şimdi. Son zamanlarını hep kaçarak geçirdiğini ve artık gidecek bir yeri olmadığını söylüyordu. Ya bir şeyleri kendi başına yenmeye çalışıyordu, yada onu yiyip bitiren şeyi çoktan kabullenmişti.
Hayat doluydu. O gülümsemesi nasılda yakışırdı yüzüne. Nasıl da büyük bir hayranlıkla bakardı etrafındakiler. Ve ben. Nasılda kıskanırdım onu. Hiç birşey anlatmadığı için, hiç bir derdi yokmuş gibi düşünüp, kafasına bir de beni takmasına sebep olurdum. Hiç de şikayet etmezdi. Dayanacak gücü nereden buldu bu kadar şeye?
Orta okuldayken sevipte söyleyemediği bir çocuk vardı. Ona hep söylemiştim, git konuş diye. İşte bir tek bu cesareti bulamamıştı kendinde. Doğum gününde bir parti vermeye ve orada ona açılmaya karar vermişti. O gün… Mum ışığında ikimizinde gözleri onu aramıştı. Ama o gelmemişti. Büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştı. O gece onlarda kalıp, bütün gece rahatlaması için ağlaması gerektiğini söylemiştim. Ama o bir damla gözyaşı bile dökmemişti. Ertesi gün birlikte okula gittiğimizde ise… Herkesin yakasında onun resmini görmüştük. Sınıfın duvarlarında ‘Seni Unutmayacağız’ yazıları. Sırasında çiçekler vardı. O gün intihar ettiğini öğrenmiştik, tam Selin’in doğum gününde. Tutamamıştım kendimi, sarılıp onun omzunda ağlamaya başlamıştım. Gözyaşlarım onun sırılsıklam olmasına sebep olduktan sonra başımı kaldırıp ona baktım..
Gözleri parlıyordu. Yine bir damla yaş salmamıştı.
‘İyi misin?’ diye sorduğum an bana baktı ve…
‘Evet’ dedi.. ‘İyiyim’…
Yanımızdan geçen bir çocuğun yakasından onun resmini aniden kopartıp bana uzatmıştı. Ve yine o kelimeleri söylemişti..
‘Aklını ve kalbini ayrı tut..’
Arkasını dönüp, çantasını yola atarak yürümeye başlamıştı. O an okulu bıraktığını söylemişti. Bir hafta sonra nedenini söylemeden geri gelmişti. Herkes bunu anlayışla karşılamıştı. Buna mecburlardı aslında. Daha sonra kendini toparlamış ve her şeyi yine istediği gibi görmeye devam etmişti. İçindeki gücün farkındaydı. Kim olduğunu biliyordu. Ama bunu birilerine göstermek istemiyordu. Sanki sadece kendisi için yaşıyordu. Halbuki öyle değildi…
Gizlice oda ağlardı. Bazı geceler evin camına çıkıp sigara içerdi. Evlerimiz karşılıklı olduğundan onu izlerdim içeri girene kadar. Sokak lambasının ışığı yüzüne vururdu. Ve bu ışık yanaklarından süzülen yaşlarının akıttığı makyajını görmemi sağlardı. Onu bu halde çok nadir görürdüm. Ve bu nadir gecelerin sabahında kapısına giderdim, ama yine aynı şeyi görürdüm yüzünde… O tatlı gülümsemesi. O günden sonra birinden hoşlandığını dahi söylememişti. Atlatacağını biliyordum. Atlattıda…
Mektubunda annesinin ölümünden sonra İzmir’e kaçtığını yazmıştı. Orada birisiyle tanışmış. Bir yılını onunla geçirmiş. Kendini her konuda dizginleyebilen biriydi. Ama..
‘Kimseyi sevmeyeceğime yemin etmiştim. Bana yakın olmaya çalışan her erkekten uzak durmaya çalışıyordum. İşe girdiğim yerde bir kızla tanıştım. Onun sayesinde alışmıştım işime, oradaki hayatıma. Bir gece beni onunla tanışmaya zorladı. Hoş bir çocuktu. Nasıl oldu bilmiyorum ama bir yıldan uzun bir süre çıktık. İşi bırakıp yanına taşınmamı istedi, kabul ettim. Birlikte geçirdiğimiz ikinci gün yapacağını yaptı. Kaçtım. Hiçbir yerini bilmediğim bu lanet şehirde kayboldum. İki ay boyunca orda burda sürttüm.
Sonra hamile olduğumu sandım ve doktora gittim. Bir kaç testten sonra bunu öğrendim. Her şey üst üste geldi. Zaten böyle olmasaydı, nasıl soğutacaktı ki hayat beni kendinden?’
Bunların hiçbirinde yanında değildim. Bazılarında ise baş ucundayken fark edemedim…
‘En çok ağırıma giden ise onu kaybedişim oldu. Canım annem.. O kadar iğrenç bir insandım ki sana bir kez bile seni ne kadar çok sevdiğimi söyleyemedim. Oysa sen her gece baş ucumda ağlardın. Ama bunları yaşamama sen sebep olmadın. Keşke beni duyduğundan, gördüğünden emin olsamda haykırabilsem hastanenin sessiz koridorlarında ‘Seni Seviyorum’ diye.. Duyuyor musun annem beni? Görüyor musun güzel kızının ne hale geldiğini? Beni yalnız bıraktığın için sana kızmıyorum ama neden yaptın? Sen demez miydin Allah’ın verdiği canı bir tek o alır diye? Nasıl yenik düştün?
Nasıl kimse benim yaşadıklarımı tahmin edemiyorsa, bende seninkileri edemem, ama sormadan edemiyorum annem… Seni öylece yerde yatarken gördüğümde, buz kesmiş bedenine dokunduğumda, yanağından öptüğümde… Ne hissettiğimi biliyor musun? Hele doktorlar kutularca hap yuttuğunu söylediğinde..
Özlem duyuyorum pek çok şeye.. Babaya, anneye, bir aileye. Sıcak bir yuvaya, tatlı bir gülümsemeye. Kendi gülüşüme. Bu bir rüya mı anne? Uyandığımda seni yine yatağımın ucunda uyurken bulacak mıyım? Neden burada uyudun diye sorduğumda seni izliyordum diyecek misin bana? Herşeyimi kaybettim. Ama en büyüğü sendin. Ne kızlığım, ne duygularım, nede başka bir şey. Yalnız sen. Ben mi bir ey yaptım? Bir hatam mı oldu? Ne olur söyle, ne olur konuş benimle anne? Sana ihtiyacım var. Ya geri gel, ya beni de al..’
Ben hiç bir şeyimi kaybetmedim şu ana kadar.. Ama, sanırım Selin’in içinde taşıdığı güç yok bende..
‘Yalnız kalmıştım. Belki de hep yalnızdım ama bunun farkına varamayacak kadar salaktım. Yanımda hep birilerinin olacağını düşlerken ne kadar rahatmışım meğer. Meğer olabilecekleri hiç hesaba katmamışım. Ufak bir mide bulantısı var şimdi içimde. Ruhum böyle bir bedende can buldu diye. Böyle bir beyin hüküm sürüyor diye..
Çok yoruldum. İçimde taşıdığım ufak burukluk, beni uçurumdan atmaya çalışıyor. Bir süre sonra dayanamayacağım ve bırakacağım kendimi. Böyle mi oluyor anne? Böyle hissettin değil mi? Ne vardı? Ne vardı bir anlık zayıflığına direnmeni engelleyen? Ne vardı?’
Hıçkırıklarımla boğuşurken, aklım ne kadar okuma desede, kalbim bırakmama izin vermiyordu.
‘Kalp kırıklıklarım neden hep ölümler ve kaçışlardan oldu? Ve beynim neden tüm bunlara tahammül ediyor? Neden böyle oldu? Neden herşey bu kadar hızlı gelişti? Yine aynı şeyleri soruyorum kendime. Ve yine aynı şeyleri söylüyorum kafamı duvarlara vura vura; baba senden nefret ediyorum.. Önceden ne kadar güzeldi. Herkes gibi benim de iyi ve kötü günlerim olurdu. Senin yüzünden, gecelerim, gündüzlerim heba oldu. Dakikalarımı göz yaşlarımı silerek geçirmek istemiyordum. Ama mecbur ettin beni buna.. Kaçabileceğim saklanabileceğim bir köşe bırakmadın. Senden nefret ediyorum. O kadar ki senden başka kimseye karşı bu duyguyu besleyemiyorum. İstediğin oldu değil mi? Her şeyimi kaybettim. Mutlu musun şimdi?’
‘Seni özledim. Birlikte yaptığımız şeyleri özledim. Okuldan kaçışlarımızı hatırlıyor musun? Sınıftan bir çocuk ispiyonlayacağını söylemişti hani. Bir güzel dövmüştük. Özür dilerim. Bu zamana kadar anlatmadığım için. Ama bir parçası olmanı istemiyordum. Bana yardım etmek için kendine zarar vereceğinden emindim çünkü..’
Bana o kadar yardım etti ki. Her ağlamak istediğimde karşımda durup kollarını açardı. Ama ben hiç sarılamadım ona o ağladığında. Uzaktan izledim hep. Bana gelmesini bekledim. Oysa o hissederdi bunu. Her hissettiği anda nerede olursa olsun gelirdi yanıma. Değerini bilemedim. Ben anlayamadım onu, onun beni anladığı kadar. Ne kadar suçlasamda kendimi artık bir önemi yok değil mi? Çocuktum. Dediği gibi.. İnsan yaşamaya başladığını çok geç anlıyor…
‘Sonuna geldim sanırım artık. Şu an hastanede üçüncü ayım. Hala doktorlara direniyorum. Onlarsa hala merak ediyorlar neden bu kadar direndiğimi. Hastanenin psikoloğu ise o kadar sıkıldıki anlat dediğinde anlatmamamdan, o anlatmaya başladı bana kendini. Bundan sonra da ısrar edemeyecek zaten. Çünkü artık ne içimde sakladığım bir şey var. Ne de ben varım.
Hoşçakal dostum….’
Korktum. Kapıyı açtığım gibi içeri girdim. Kalabalığın arasından sıyrılıp bir taksi çağırdım ve hastaneye gittim. İçeri sokmadılar. Çıkardığım karmaşaya bir doktor geldi. Ona Selin’in nasıl olduğunu sorduğumda bana yıllar önce babasının söylediği şeyi söyledi;
‘Gitti..’
Hastaneden kaçmasının ardından kendime gelemedim. Köşe bucak onu aradım her yerde. Bulamadım. Bir gün yine ona sarılıp ağlayacağım umuduyla bekledim. Kaçışından yaklaşık üç ay sonra gazetede babasının beyninden iki kurşun yediğini okudum. İki gün sonra da Selin’in bir ormanda ölü bulunduğunu.. Tam onbir yıldır her hafta mezarına gidiyorum. Altı yaşında bir kızım var. Doğduğu günden beri onu da götürüyorum. Her gece ona masal gibi Selin’i anlatıyorum. Biraz daha büyüdüğü zaman neden hep onu anlattığımı ve neden adını Selin koyduğumu anlayacak. O zamana kadar onun yalnızca masallardaki güzel peri olduğunu bilmesi yeter…

 


 

 

 

 

 

 

 
 


 
 
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol